4/10/2012

Athanasia

Korkak bir sabırla bekliyorum seni. Söylenecek gücüm yok; söyleyecek sözüm yok. Kıyıda köşede bir yalnızlık tüm yalnızlıklardan daha öte. Gidecek gücüm yok; gidilecek yerim yok. Dalgaların vurduğu yerde zuhur eden bir güneş kumları ısıtıyor. Kumlar bile yalnız değil, güneş bile değil, ben yalnızım. Onca insan kıstırmış; lakin ben yapayalnızım.

Korkak bir sabırla istiyorum seni; güneş hâlen orda, bir de mırıldanan kediler var. Tenakuzlar içlerinde tenakuzlar içlerinde ben. Güneşin doğduğu yerdeyim ve sen doğarsın diye beklemekteyim. Adım atacak nefesim yok. Dudaklarım kupkuru, bir ayak ötede deniz.Dudaklarım ıslanmak ister; güneşin doğduğu yerdeyim.

Korkak bir sabırla özlüyorum seni; avucumda kupkuru bir yaprak. Son çağların yeşilliği; epeyce ürkek, bir o kadar gaddar. Bir gözyaşı süzülüyor yanaklarımdan ve gözlerim kurumuş artık; doluca ağlamaktan; vakit ise sabaha karşı.;

Korkak bir sabırla gözlüyorum seni ve özlüyorum. Kediler mırıldanıyor kendi aralarında; rüzgâr hiç susmadı geceler beri. Boğulmak üzereyim kumlar üzerinde; bir adım ötede deniz. Vakit gitme vakti; sen gelmeden gidemeyiz.

Korkak bir sabırla saklıyorum seni; duyduğum pişmanlık ise söyleyebilecekken susmuş olmamdan. Söyleyecek onlarca söz birikmiş ağzımda; damağım tuza batmış, kelimeler dolmuş içeri, sıkışmış, çıkamıyorlar dışarı. Güneşin doğduğu yerde ağlamaklıyım biraz.

Korkak bir sabırla seviyorum seni; içimde sımsıkı tutuyorum ve yıldızlara dahi anlatamıyorum. Bir sabah olmadı ki hayalin yatağımda uyanmadı. Gündüz rüyam benim, tek mucize; evrenim. Güneşin doğduğu yerde; güneşin hiç doğmamasını bekler gibi bekliyorum seni. Sanki bir daha gece olmayacakmış gibi. 

Korkak bir sabırla kuruyorum hayalini; tepenin ardındaki karanfiller gibi. Tepe bir gün eğilmezse onlar hiç göremeyecekler denizi. Bekledikçe daha çok korkuyorum; kumlar kadar kahverengi, kumlar kadar kuru; fakat sabırlı; bir korkak; istersen vur bana; azıcık elimden tuttuktan sonra.

O denizin kıyısında ben varım; o kumların üstünde korkak bir sabırla beklemekteyim seni. Ellerimde kuru yapraklar; gözlerimde kuru yaşlar. Sema turuncu; kıyamet koptu ya da kopacak. Korkak bir sabırla bekliyorum seni. Sanki akmayacak bir gözyaşı gibi. Düğümlenen boğazımdan akan bir damla kan ve çehreme münasip nazlı bir tufan; Ceplerim bir sürü umut yüklenmiş; içimde tutku, her yanım korku olmuş, korku.; Beni bir nefeste öldürecek kadar korku.

Bir gerçeğe nazır, fazıl düşler. Hep içimdeler. Semalara konmayı ister gibi; korkak bir sabırla istiyorum seni. Nice kandırılışlara tenezzül ediyorum. Yalnızca ikimize münhasır ezgiler mırıldanıyorum; hiç duyulmamış sesler. Bıkkın bir gülümseme sarmış suratımı, saydamlığımdan seziyorum. Sanki her an yeniden ağlayacakmışım gibi; temkinli vaziyetlerde gülüyorum.

Çok zaman oldu; bakıyorum. Güneş defalarca doğmuş; uyanıyorum. Seni güneşin doğduğu yerde bekliyorum, kumlar taş olmuş. Sanki dünyada hiçbir gölge kalmamış gibi; malul bir sadakatle bekliyorum seni. Elimde kurumuş bir yaprak ve gözlerim artık yorgun. Beni boyayan renklerden yoksun; dünyam ışıksız ve solgun.

Korkak bir sabırla bekliyorum seni; gidecek hiçbir yerim yok, söyleyecek hiçbir sözüm. Korkmaktan sıkılmış bir beden, taşlar arasında ruhsuz bir gölge. Sanrılar dört bir yanda; yılmıyorum.

Dudaklarım kupkuru; azıcık ıslat; sonra "git"; istersen. Ben yine, korkak bir sabırla bekleyeceğim seni; Seni; Seni;

4/05/2012

Öpücük..

Bir kafe'de yan yanaydık, sen omzuma yatmış bense saçlarını okşuyordum.
Klasik bir sahne gibi durabilir ama bu farklıydı. Bir an göz göze geldik,
zaman durdu etrafta kimsecikler yoktu. sanki oturduğumuz koltuk çikolatadandı. şirinlik kokuyordu her yer adeta. Gözlerimi kapayıp dudaklarınla buluştum, ıslak vede ateşli, essiz vede zevkliydi.
Daha öncekilere benzemiyordu bu, sıradan değildi. Aşk öpücüğü,sevgili öpücüğü hiç değildi bu başkaydı. birbirine tam oturan bir kilitle anahtar gibi uyuşan eşsiz benzersiz bir şeydi..... Neyse, Daha fazla anlat miyim, Gözlerim doluyor.....

3/21/2012

Düştüm yine düşlerimden..

Uzanır gider sarhoş kaldırımlar buğulu gözlerimden süzülen yaşların anlamsızlığında... Çürümüş, zift karası ciğerlere yüklenir nikotin biraz daha... Ahmak ıslatanın altında kaybettik düşlerimizi... Ahmak gibi ıslanırken o yağdığı bile belli olmayan çiseleyen yağmurda... 

Kaç ay yükselir bu kadife geceye? Ve kaç çiğ düşer gözlerimizden yakamoz misali yosunlu denize? Kaç balık tutar ellerimizden... Ulaştırır bizi cennetimize? Kaç defa bulur huzuru bu gönül... Ve kaç defa yitirir bulduğu anda? Kaç defa kayar düşeriz ellerimizden? Kaç defa düşer insan düşlerinden? 

Versus olmak, vesaire kalmak

Yaşanan bir oyunsa eğer, roller senin tarafından dağıtıldı. Egemen olanın karşısında afazi olarak değil, eylem olarak da durmak gerekir. Aşk örgütlenmektir! Aşk iş bitirici popülizme direnişin son kalesidir. Gönül gözüyle bakabilenlerin, her gün tekrar tekrar yinelenen, kendini yeniden yaratma şekilciliğine direnişinin ta kendisidir aşk. Ve doğası gereği, elde edilememişin hayranlığı nefret uyandırır... 

"Ben bu sevgiyi tüketebilirim, bu oyunu oynamayalım" diye yazmışsın üzüm gözlüm son mektubunda. Başladığımız yere döndük değil mi? Yunuslar gibi... Sen son bir kez daha ayna karşısında kendinle meşgul olup gelmiştin, fark edilmek ümidiyle... Hatırladın değil mi siyah elbisenin sana ne kadar yakıştığını söylediğim o ilk günü. içi burkulmuşların buluşmasıydı... Kulakları çınlatılacak biri 'en ezik ruhların buluşması' diye adlandırdı ama, olsun ben ezik olmayı hala kabullenemiyorum.

Versus olmak ve vesaire kalmak. Kim bilir nasıl konumladık kendimizi, birbirimize. Ben senin hınzır zekana güvenerek yazmıştım "Vesaire ya da Versus" diye. Sen de anlayıp dudaklarının kenarına yerleştirdiğin gülüşünle, incecik sesin telefon açmıştın... Bu arada, mektuplaşa bilinen bir aşk zannetmiştim seninkini. Senin sıkça bahsettiğin gibi 'tüketip gidilebilenler'den değil... Yılbaşında "Bu sene her şey gönlüne göre olsun..." mesajında, son zamanlarda benden esirgediğin sıcaklığını gördüm. Nereden bilebilirdim bir daha yan yana gelemeyeceğimizi. Bu kadar mı Versustuk birbirimize?

Uyuz, "Öfkelenme bana yüreğim kaldırmaz bunu" diyorsun. Aşk üzerine konuştuğumuz akşamları unutuyorsun. Direnmenin, umudun, inadına var olmaların tek mekanı yüreklerin kaldığı bir dünyada yaşamak zorunda olduğumuzu ortaklaşa belirlemiştik. Hani bize öğretilen pozitif vibrasyon triplerinin nasıl da, imaj çağında suda yüzen kayıklar olduğunu konuşmuştuk. Belki de hatayı orada yaptık, o güzelim akşamı sımsıcak beyinsel bir orgazm tadıyla geçirmektense, vıcık vıcık standart sevişmelerin bir parçası olabilseydim eğer, benden öncekinin isminin sonunda bir virgülle ayrılıp vesaire (vs.) olarak kalmazdım... 

Bu duygudur beni kızdıran. Samimiyetsizlik yani. "Bana karşın benim karşımda ol." Söylediklerinin karşıtlığına verdiğin yanıt bu mu? Adorno'yu bilirsin "Aydınlanmanın metalarla ilişkisi, diktatörlerin kitlelerle ilişkisi gibidir. Onları manipüle edebilecek kadar tanır." der. Senin aşkların kendileştiremediklerini tüketip atmak, bırakıp kaçmak mıdır? Sorup sorup cevap alamamak, bu sana özgü değil. Cevapları bir türlü bulunamayan bir denklemi insanlık tarihi tartışa dursun, biz kendi 'haklılık' oyunlarımıza geri dönelim istersen. Kim, nerede, ne kadar, ne anlamsızlığını devam ettirelim.

"Kalıplara sokmadan yaşamak." Bu gök kubbenin altında birbirini severek yaşamak nasıl bir kalıptır senin için anlamadım. "Bağlılıklarımın beni arkadan vurması"nı anlamadığım gibi. "... bu delinin seni çağırmasına kulak asma, çünkü o bir gün gerçekten gidebilmeye hazırlanıyor. Gerçekten gidebilmeye... Ardında kimseyi bırakmadan. O zaman sen, o gideni uğurlayabilmelisin, sen de "Yolun açık olsun" diyebilmelisin, dersin de... Çünkü sen zaten o yolun yolcususun, sen de tanırsın o yolu, sen de bilirsin gitmenin zor kalmanın kolay ve gitmekten başka çarenin kalmamasının ne demek olduğunu..." 

Anlamadın değil mi?.. Gitmek kolay, kalmak zor! Olsun "Seni sevdim. Her şey için sağol... Her şeye rağmen beni düşününce gülümse olur mu?.." 

Farkındasın...

Gölgene sığın güneşinden kaçarken. Uzayıp giden karanlığına inat. Hızla büyüyen yaşama aldanmaksızın, gölgene sığın. Duaların artık ölüme daha yakın. Bir ecel töreni aslında yaşadıkların...

Ellerin var, buz tutmuş, soğuk ve kavrayamayan zamanı. Ellerin var parçalamaktan usanmış binbir defa. Umutsuzluğunu damgalar yüzüne. Yorgunluk, suretinde soluk bir perde; ve o perdede sahnelenir binbir gölge...

Yitirilmiş dakikaların peşine takılmış telaşlar... Telaşların ardı sıra kaybolmuş yaşamlar... Bir sonraki kaosa gün sayan adamlar... Ve her bildiğini hiçe sayan hayatlar...

Hepsinin ortasında sen, yalnız, bir başına... Derme çatma hayat mücadelesinde. Caddeler soğukken ve çay buğusu hapsolmuşken küçük bacalı evlere. Dumanında kaybolurken zamanın,

Artık her şeyin farkındasın... 

Tanrı Diyor ki ;

Bir şey ne kadar kirlenirse kirlensin hemen silebilirsin. Çorbayı ikiye bölmek mucize değildir Evlat, sihirbazlıktır. İki işte çalıştığı halde çocuğunu futbol antrenmanına götürmeye vakit bulan bekar anne mucizedir. Uyuşturcuya hayır, eğitime evet diyen bir genç mucizedir. İnsanlar onlar için herşeyi yapmamı istiyorlar. Ama anlamadıkları şu ki, yapacak güçleri var. Bir mucize mi görmek istiyorsun evlat, mucizenin kendisi ol. 

3/20/2012

Gidersen...

Eğer sen de bırakıp gidersen beni, elimi tutacak kimse kalmazsa yani, ben de kalmam buralarda, giderim sanki... Evet anlattığın masallar gibi günlük güneşlik değil hayat, evet zorlanıyorum ama sensiz hepten karanlık olur, hepten kasvetli...
Hayal kurmamak gerek belki, bilemiyorum fakat onlar da olmasa nasıl umut edebilir, nasıl katlanabilir insan? Güzel bir günün sonunda hafiften rüzgar eser bir gemide, çocukça sözler verilir, gülüşülür, "o" günün geleceğine duyulan inançla en ince ayrıntısına kadar kurgulanır hayat. Bizim kontrolümüzde değil biliyorum, öğreniyorum, sadece güzel şeyler düşünürsek mutlaka güzel şeyler yaşayacağımızı görmek istiyorum. Kötü düşünceleri kovmakla uğraşıyorum bu aralar: daha uzunca bir süre benimle, bizimle kalacağına, binlerce şarkı söyleyeceğine, kapıyı çaldığımda sıcacık bir "hoşgeldin" duyacağıma, öğlen uykusundan domates kokuları eşliğinde uyandırılacağıma inanmak istiyorum. Gidersen eğer, yeni biçilmiş çimen kokusu, "benzemez kimse sana tavrına kurban olayım", yağmurdan hemen sonra ortalığı kaplayan toprak kokusu çok acıtır canımı. Ne çok şey kattın bana, zaman zaman kızsam, eleştirsem de ben ne çok benzemişim sana. Gidersen eğer, ben de vazgeçerim galiba, en iyi ihtimalle bir Akdeniz kasabasına yerleşip, yerlerine binalar dikilen portakal, mandalina bahçelerine ağlarım ya da Ankara'ya gidip Kurtuluş Parkı'nda koşuşturan o gencecik, umut dolu kızı ararım. Kimseye hesap sormam ama, affederim onları. Gidersen eğer, ben de benden giderim. içimdekilerin çoğu sen, gidersen, biterim....